Son zamanlarda kamuoyunda, gerek kilo gerekse sağlık açısından yenilip içilenlerle yakından ilgili organik ve doğal beslenme konuşulur, yazılır, tartışılır oldu.
üretimde kopup pazara muhtaç hale getirilen insanın, beslenme konusunda kafası çok karıştırılıyor. Tüketicinin ilgilendiği tek konu; hangi ürünün, hangi koşullar altında, nerede ve kimler tarafından üretildiğinden çok, istediği ürünü en ucuza kolayca nerede satın alabileceği. Yoksul yığınların tek arzuları haklı olarak karınlarını doyurmak. Sağlıklı olup olmadığıyla ilgilenecek kadar paraları yok. Diğer yanda binlerce reklam insanı yemeğe teşvik ederken yine binlerce beslenme diyet uzmanı, hangi yiyeceğin içeceğin sağlıklı, nelerin zararlı olduğunu söylüyor. Tüketicinin üreticiye ve üreticinin ürüne yabancılaştırdığı bir gıda düzeni kuruldu. Gıdalar korku kaynağına dönüştürüldü. İnsanlar her lokmada suçluluk duygusuna kapılıyor. Yoksullar ise ucuz bulduğuna seviniyor. İnsanoğlunun beslenme gibi kültürel evriminin hızı biyolojik evrimini fazlasıyla aştı. Gen yapımız ve buna bağlı vücudumuzda gerçekleşen kimyasal reaksiyonlar,doğal olmayan endüstriyel yiyeceklerin tümüyle başa çıkacak yeteneğe sahip değil. Milyonlarca yılda oluşması gereken evrim, birkaç yıl önce oluşturulan ve yapımı hızla süren teknoloji ürünü kimyasal gıdalara, genetiği değiştirilmiş yiyeceklere uyum sağlamıyor. İşlenen, lifi alınan, nişasta ve şeker miktarı artırılan yiyecekler sindirim sistemimizi darmadağın ediyor. Bu da vücudun bağışıklık sisteminin yıkılmasına sebep oluyor. Genler ve yiyecekler arasındaki bu uyumsuzluk, son yıllarda müthiş artış gösteren çok sayıda müzmin hastalığa neden oluyor. Eskiden toplumun tek şeker kaynağı bal iken. Bu gün zararlı olduğunu biline biline nişasta bazlı şeker ve mısır şurubu her yiyeceğin içinde. Ne kadar yediğiniz değil, ne yediğiniz üzerinede düşünmelisiniz. Sağlıklı bir gelecek için!